"Farklılıkları Yönetmenin” asıl yöneticilik becerisi olduğu,
aynılaştırarak yönetmeninse yönetmeden uzak olduğu ve bu kişilerin yöneticilik
becerilerinin zayıf olduğunu, yenilenen ve yeniden şekillenen iş dünyasında
hep duyuyoruz. Aynı zamanda biz İnsan Kaynakları Profesyonellerinin “farklıkları yönetme”, “değişim
yönetimi”, “Yaratıcılık”, "Yetenek Yönetimi" gibi yetkinlik kriterleri performans yönetim sistemlerimizde
başı çeken konular.
Peki,
bunları söylerken uygulamaya ne kadar koyabiliyor, söylediğimiz kadar çabuk ve
samimiyetle bu yetkinlikleri sergileyebiliyor muyuz?
Sıraladığım Yönetici yetkinlikleri özellikle yeni jenerasyon üst düzey yöneticilerin
ağzından düşmeyen ve aynı zamanda eski
dönem yöneticiler de en fazla eleştirdikleri, zayıf olarak tanımladıkları
yetkinlikler.
Bununla
birlikte, bazı üst düzey yöneticilerde
göreve geldiklerinde ilk gördüğümüz ve
dikkat çeken icraatları şirketteki eski kadroları yenileştirmeleri.
Yenileştirmek, iş rotasyonu şirkete yeni yeteneklerin katılması tabii ki güzel
ve gerekli olduğunda her zaman yapılmalı da buna bir sözüm yok.
Dikkat
çeken nokta bazen üst düzey yöneticilerin taze kan derken okul arkadaşlarını
veya görevle hiç alakası olmayan okullardan mezun kişileri, aslen de sadece kendi söylediklerini onaylatabilecek olanları hiç alakası olmayan
hem de kritik pozisyonlara getirmeleri. Şöyle düşünelim : şirketteki birçok kritik
kadroda şirket üst düzey yöneticisi ile
aynı okulu bitirmiş aynı meslek grubundan insanlar var, hatta getirildikleri
alanda iş tecrübeleri dahi yok. Farklı düşünceler, farklı fikirler
organizasyonlara güç katar, yaratıcılık artar derken, farklı yetkinlik gerektiren pozisyonlar aynı yetkinliklere sahip çalışanlardan ya da sadece her denileni sadece onaylamaya hazır bulunanlardan ne
kazanacaktır ? Bunu da geçtim. Bulunulan departmanın işine vakıf olmayan
yönetici, alt kadrosundaki deneyimli
kadroyu nasıl yönetecek?
İşin
kısası insan yönetmek gerçekten sanat. Aynılaştırarak, baskı kurarak yönetmekse zaten yöneticilik değil. Kral
Çıplak hikayesini hepimiz biliriz. Farklı
fikirlerin çıkmasını engelleyerek
yönetme isteminin nedenine en iyi cevabı sanırım bu hikayeden çıkartabiliriz.
Umarım çağımızda Çıplak Krallar yerine, yetkinliklerle giydirilmiş Yöneticiler artar.
Kendini
çok akıllı sanan, giyimine kuşamına çok düşkün olan bir kral varmış. O kadar
kibirli, o kadar kendini beğenmiş bir hükümdarmış ki, sürekli aynada kendine
bakar, ne istiyorsa onu yapar, halka da istediklerine ses çıkarmasınlar diye
baskı yaparmış. Bu sırada çok defa hata yapar, ama baskıcı tutumundan dolayı
halk gerçekleri söylemeye korkarmış…
Günlerden
bir gün, komşu ülkenin kralının ziyaret edeceğini duymuş. Kendisinden haz etmez,
onunla ilgili hoş olmayan planlar yaparmış. “Fırsat bu fırsat, en şık ben
olmalıyım.” diye düşünmüş ve terzi aratmaya başlamış. Demiş ki yaverlerine;
“Dünya’nın her yerine habercilerimi gönderin, bir terzi bulun bana, dünyanın en
güzel elbisesini dikecek terziyi!”
Bir
sürü terzi gelmiş, lakin hiçbirisini beğenmemiş. Sonra bir gün yabancı güçlü
bir krallık kendi terzisini yollamış krala ve bu gönderilen terzi demiş ki;
“Öyle güzel bir kumaşım var ki, öyle şık olacaksınız ki, kimse sizden gözünü
alamayacak. Herkes sizi konuşacak, çok güçlü gözükeceksiniz. Ve sizden önce hiç
kimsede olmayacak bu giysi.”
Kral
çok şaşırmış tabii, hemen kabul etmiş. Ama terzi eklemiş; “Tek şartım var, ben
dikerken karışmayın.”
Gel
zaman git zaman, sonunda terzi bitirmiş ve giydirmiş kralı. Kral aynaya bakmış
ve üzerinde hiç giysi olmadığını görmüş. Tam kızacakken terzi demiş ki ; “Sayın
kralım, bu kumaşı sadece akıllılar görebilir.”
Kral’ın
kibri
Tabii
bizim kral kibirli ya, aptal durumuna düşmemek için “Çok güzel” demiş. Etrafındakilere
sormuş, elbette hepsi korktuğu için cesaret edememişler doğruyu söylemeye ve
“Çok güzel efendimiz” , “Harika oldunuz efendimiz” demişler. Kral daha da
böbürlenmiş tabii ki…
Ardından,
büyük bir kendini beğenmişlikle çıkmış halkın arasına. Halk çok meraklı, çünkü
duymuşlar sadece akıllıların görebileceği iddiasını. Halk, görünce şaşırmış,
üzerinde hiç giysi yok…
Herkes
görmüş, anlamış vaziyet, kralın nasıl kandırıldığını fark etmişler, ama
korktukları için hiçbir şey söyleyememişler. O anda bir “çocuk” atlamış
meydanın ortasına, parmağıyla kralı işaret etmiş ve gülerek bağırmış; “KRAL
ÇIPLAK” diye. Bir anda halk, bu ilk sesle cesaretlenmiş ve kahkahalar atıp, hep
bir ağızdan birlik içinde bağırmışlar; “Kral Çıplak!” Bu seslere, kralın çevresindekiler de
katılmış, korkuyu aşmışlar, zincirlerini kırmışlar ve hep bir ağızdan gerçeği
söylemişler; Kral çıplak…
Maalesef her taraf çıplaklar dolu. çıplak sayısı o kadar fazla ki, giyinikler de çıplak olmaya çalışıyor :-)
YanıtlaSilçıplaklar çıplaklığının farkında değil, giyinik olanlar etrafındakilerin. her dönem ve her yerdeler.sebep-sonuç ilişkisine bakışınız etkileyici...
YanıtlaSilCiplaklar her alanda ah bir de fark etseler 3 boyutlu gozluk bile yetmez onlara
YanıtlaSilYa bir de şak şakciyi buldular mi ego tavan degmeyin keyiflerine
SilTam da bu. Kaleminize saglık
YanıtlaSilCiplak kral da cok onun alkiscisi da cok böyle de bir dunya. Guzel bir farkindalik
YanıtlaSil